Sonsuz Saygı Duruşu


"Uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi;
Olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci;
Sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder;
İnsan haklarına saygılı;
Dünya Barışının öncüsü;
Bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayırımı gözetmeyen;
Eşsiz bir devlet Adamı;
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu"
                                                                                      UNESCO

İşte 152 ülkeye bu gerçeği dile getirterek imza attırabilen Mustafa Kemal ATATÜRK'ü yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimize taşıyabildiğimiz zaman...
O'nu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman...

Huzurla uyu "Sönmeyen Güneş", biz buradayız...
                                                                                                  Sıla Köylüoğlu 


             Norveççede "ATATÜRK gibi düşünmek" deyimi varmış. Ve birine çözmesi için bir problem verildiğinde o da tembellik edip çözmediğinde, bu problemin mutlaka çözümü var, bir de ATATÜRK gibi düşün deniliyormuş.
Atatürk hakkında fazla söze gerek yok aslında. O kadar büyük bir kayıptı ki sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın kaybıydı 10 kasım günü.
Huzur içinde uyu Ulu Önder ATATÜRK.
                                                                                                      Sezer HOTİ


            O sadece çocukken yalnızca fotoğrafını görüp sevdiğimiz, bir baba gibi hissettiğimiz insan olan Mustafa Kemal Atatürk değildi… Aynı zamanda bir öğretmendi... Konuk olduğu okullarda girdiği sınıflarda kendisini anımsayan ve ayağa kalkan öğrencilere “Ben misafirim. Sizler sadece öğretmeniniz geldiğinde ayağa kalkmalısınız” diyen gururlu bir başöğretmendi…
O aynı zamanda bir milli mücadeleciydi. Milli mücadelesini bir başka bayrağı hâkimiyet altına alarak ya da onu ezerek değil, hangi bayrak olursa olsun, milletin onurunu temsil eden bayrağın ayaklar altında ezilmesine göz yummayacak kadar gururlu bir devlet adamıydı.
O Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuydu, bir siyasetçiydi ve bir askerdi. İleri görüşlü, zeki, çevik, çalışkandı.
Mustafa Kemal Atatürk bunların hepsi ve daha fazlası olan ‘en’lerin ötesinde bir adamdı. Keşke biraz daha hayatta olsaydı, keşke 10 Kasım 1938 günü saat 9’u 5 geçe hayata gözlerini yummasaydı da şuan hala onu tanıyanlar olsaydı etrafımızda. Onun her saniyesini ince ince bizlere çok daha fazla anlatsaydı…
Hayatta olmasa da ona bir mesajımız var: Bıraktığın mirasını yaşatmak için çalışacağız Atam!
                                                                                               
                                                                                   Deniz Damla ÜNSAL


Ben küçüktüm, daha 5- 6 yaşımdaydım belki de… Ta o zamanlar tanıştım mavi gözlü devle. Belki de daha öncesinde ama aklım o kadarını hatırlıyor. İlkokul yıllarımda her gün adını söylerdik andımız eşliğinde; ezberlerdik, ezberletirdik her gün yeniden herkese. Bu nankör günlerde olduğundan farklıydı yani. Sınıfta gözü üstümüzdeydi mesela ya da kitabın kapağını her kaldırışımızda göz göze gelirdik. Biz onu severek büyüdük. O olmasa olamayacağımızın farkına vararak. Her 10 Kasım’da Anıtkabir’i ziyaret ederek, ağlayarak, anarak, teşekkür ederek, ağlayarak. Bugün de yine ve yine binlerce kez teşekkürler atam. Açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerek büyüdüğümü unutmadım…
                                                                                                       
                                                                                                Göksu Öztürk 


           Yaşayan tek lider o. Bıraktığı fikri miras ve Türkiye’nin bugünkü ve yarınki sorunlarının çözümünde kullanılabilecek Atatürkçülük ideolojisiyle, her an milletiyle birlikte olan ve her 10 Kasım gününde, adeta yeniden doğan bir lider. Atamızı, vefatının 75. yıldönümünde özlemle anıyoruz.
                                                                                                           Meliz Ersoy


         Söyleyen kişi ve söylediği durumdan bağımsız olarak güzel sözdür “Gidemediğin yer senin değildir.”; çünkü herkes kendince güzel bir anlam çıkarabilir bu sözden. 10 Kasım 1938 günü -pek çok şehrini ziyaret etmiş olsa da- ziyaret edemediği diğer pek çok yerler de dahil olmak üzere tüm Türkiye Mustafa Kemal’indi. Onun hayata gözlerini kapayışının acısını sanki kendi babası, evladı kardeşiymişçesine yaşıyordu; herkes bu ismi soluyor bu ismi gözyaşlarıyla toprağa döküyordu. Dünyada pek az ulusun sahip olabileceği türden bu kutsal maneviyat, tarih bağıyla bu topraklara mühürlenmiştir. Bugün ve yarın ne yaşanırsa yaşansın geçmiş hep baki kalır. İşte bu yüzdendir ki aradan üççeyrek asır dahi geçmiş olsa; o malum günün 9’u 5 geçesinin üzerinden bir dakika bile geçmemiş gibi bayraklar yarıya iner, hayat durur ve “onlar ağır ellerini toprağa basıp doğrulurlar”… Minnetle ve gururla anıyoruz…
                                                                                          Nevinur Kökavcı


Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar.
Örtüldü gözleri, örtüldü hep…
Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı bacım?
Kocabaş’ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üzerine yüceden yüceden…

            Yalnızca 10 Kasım’da değil, Kocabaşların çamura yığıldığını yüreğimde her duyuşumda içimden bir şeyler kopuyor. Çünkü “dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki, şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden, güzel, rahat günlere inanıyordu…” Binlerce annenin evladını yitirdiği, koca bir ulusun istiklal mücadelesi verdiği günlerden geldik bugüne. Ve o günler bize bir şey getirdi. “Ya istiklal, ya ölüm”dü çünkü söz. Öyle ya, “istiklal” geleceğe armağan edildi, geçmişte “ölüm” kaldı…
            Ben de şayak kalpaklı adam gibi hep güzel günlere inandım. Nasıl olabilirdi ki? Yıldızlar bu kadar parlakken… Nasıl insanlar birbirine böyle zulmedebilirdi… Bunlar her aklıma düştüğünde beş adım sağımda durur Atatürk… Sarışın bir kurda benzer ve mavi gözleri çakmak çakmak parlar gecenin karanlığında… Karanlıkta akan bir yıldız gibi kayar göklerde ve bana şunu fısıldar… “Senin adın Elif… Senin adın Elif…” Ayın altında yürüyen kağnıların gıcırtılarını duyarım o zaman. Ateş alan silahların sesi hala kulağımda. Bir daha duysun istemem lise çağında çocukları bu toprakların… Bir daha sönsün istemem ocaklar. Bir daha kimse dövmesin kapımızı düşmanca. Yüce bir halkın kalkıp da yedi düvele meydan okuduğu bu savaşlardan geriye özgürlük kalsın istedi Atam. Şaşılacak şey hala. Böyle bir destanın benzeri yok… Ancak ve ancak özgürlüğü için savaşmalı insan hayatta. Barış için mücadele etmeli. Akıl için direnmeli.
            Bana bunları öğreten mavi gözlü bir adam… Sıradan belki, sen ben gibi bir anadan doğma. Ama kimse yerini dolduramıyor. Her yıl bir kez daha 9’u 5 geçe derin koma içinde terki hayat ediyor. Ve kabrindeki saygı duruşunun ardından… Bir kez daha küllerinden doğuyor. Salih Bozok yanında, mutlu gülümsüyor… Kalbi sapasağlam. Ve şayak kalpaklı adam da gülümsüyor yıldızların altında… Teşekkür ederim sevgili atam…  
                                                                                              
                                                                                            Özen Pelin Duran 

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder