Dominika


Dominika 

Aşk insanı saçlarından yakalıyo... Buram buram şarap kokan o saçları rüzgarıyla çekiyor kendine doğru ve minik tatlı ıslığıyla büyülü bir şarkı fısıldıyor kulağına... Aşk insanda uyku yapıyor... Elindeki anahtarı yere düşürünce uyanan gardiyanın korkusuyla parmak uçlarında yürütüyor insanı...

Eski bir parşömen parçasındaki haritayı açıyor müzik insanın önüne... Ağıtları izleyerek kazıyorsun kumlarını insanlığın... Deniz dalgalarını vurdukça yüzüne daha çok ağlıyor sol notası tatlı, hüzünlü sesiyle...Re koşuyor yardımına diyezlerin üstünden okyanusu aşan bir unicorn havasıyla ve gizli saklı hazine ümitleriyle derin yağmur ormanlarında yankılanıyor düetleri... Arıyorsun... Nerede... Bir esle uçuyor gökkuşağı taklidi yapan kuşlar ağaçların arasından...

Izdırap ölüleri çürütüyor... İçten içe kanatıyor insanın ruhunu ve damarlarını patlatıp parmak uçlarından çıkan kelimelere damlatıyor zehrini... Ne kadar da koyu hançerin ucundaki al leke... Kalemler karalar bağlıyor ve bir antika piyano çiziyor kaderine... Bozulmuş akordundan fırladıkça paslı notalar... Yüreğini diktiğin ipliklerin koptuğunu hissediyorsun.. Ve tekrar kanıyor...

Tatlı bir soğuk esiyor uzaklardan sesini duyuyorum . . Alevler arasında kıvranan düşüncemi söndürmek için düşlüyor... Kristal kulelerin muhafızlığını yapan soluk renkli melekler süzülüyor parlak bulutlar arasından... El ele tutuşmuş dönüyorlar etrafımda... Minik, ahşap bir müzik kutusu var solgun kanatlarında.. Balerinler dönüyor mavi gözlerinin ardında...

Esiyor... Esiyor çıplak rüzgar ellerimden şafağa...

Özgürlük insanın nefesini kesiyor ciğerlerinden... Tek başına koşman gerekiyo diğerleri sana yetişemediğinde . . Kahve kokusunu arzularken dünlerde ve şeffafken hala buz gibi sular dağların tepesinde... Mitoloji kendini yeniden yazarken gözlerin önünde, havanın tükenmesi ya da sızlaması diyaframının... Seni daha hızlı koşman gerektiğine ikna ediyor sadece... Huzursuz ruhlar gömülmeyi bekliyor tur bindirdiğin mazide.. Kokuları hasta eden insanı... Bir inciyi içten içe çürütmeye yetecek kadar korku dolu hudutları..

Bir tını duyuyorsun açıklıktaki ağaçlardan.. Yemyeşil yaprakları bir kapıyı gizliyor bağırlarında . . Gürgen ağacından bir tahta kapı.. Ve üzerinde siyah demirler işli gün ışığında... Yerin altına açılıyor sarmaşıkların arasında... Tuğlalardan merdivenler var yerin altında da... İniyorsun, toprak kokuyor etrafın. Ayağının altında taze çimen... Gaz lambalarıyla aydınlatılmış tünelden yürüdükçe güzel bir koku ilişiyor burnuna. Yürüdükçe aydınlanıyor etrafın... Tünelin sonuna doğru hava pürüzsüzleşiyor. Peluş bir battaniye var toprağın üstünde. Krem rengi. Eline aldığında sıcak olduğunu fark ediyorsun; yeni terk edilmiş... Kokusu başını döndürüyor ama zihnin açık ve ayakta kalıyorsun. Az ileride toprak beyazlaşıyor. Merdivenler görüyorsun. Basamak basamak tırmanıyor ve bir kaleye çıkıyorsun... Ayakkabıların toz içinde kaldı. Tam son merdiveni basarken adımın, bir kadeh şarap dökülüyor saçlarına Hansel ve Gratel'in masasından. Yapış yapış erimiş tüm dünya burda.. Çikolata fabrikası iflas etmiş ama çikolata pınarları duru hala. Dikkatin dağılıyor ve işte evindesin... Güneşin elçisi rüzgar kollarını doluyor boynuna ve fark ettirmeden saçlarına sarılıyor bir şeyler... Son nota... Koca bir es.. Yine düştün cadının kazanına...

                                                                           Özen Pelin DURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder