Michael Jackson – Thriller: Geçmişten Gelen En Çok Satan Albüm



Pop’un Kralı olarak dünyaya adını duyuran Michael Jackson 9 çocuklu bir ailenin 8. çocuğu olarak 29 Ağustos 1958 yılında Amerika’da dünyaya geldi. Fabrika işçisi olan babası Joseph Jackson’ın müziğe çok düşkündü. Boş vakitlerini gitar çalmakla geçiren Joseph Jackson, müziğe olan düşkünlüğünü çocuklarına da yansıtmış olmalı ki çocukları da babaları gibi müziğe yöneldi.
1964 yılında henüz daha 6 yaşındayken The Jackson 5 grubuyla birlikte müzik kariyerine başlayan Michael Jackson 1968 yılına dek Jackson 5 ile birlikte gece kulüplerinde ve barlarda sahne aldı. Jackson 5 1968 yılına gelindiğinde New York’ta düzenlenen bir yarışmadan 1. seçilerek dönemin en ünlü plak şirketinin kurucusunun ilgisini çekmeyi başardı. İmzalanan sözleşmenin ardından müzik kariyerinde hızlı adımlarla yükselen Michael Jackson, Jackson 5’la yani kardeşleriyle birlikte Kaliforniya’ya taşındı.

Jackson 5

Michael, 1972 yılında hala Jackson 5 grubuna dahil olsa bile bir yandan da solo kariyerine yönelmeye başladı. Solo kariyerinin ilk albümü ‘Got To Be There’i henüz 14 yaşındayken, 1972 yılının Ocak ayında çıkardı. 10 şarkıdan oluşan bu albümde, Bill Withers’ın Ain’t No Sunshine’ı, Supremes’in Love Is Here and You’re Gone’ı ve Carole King’in You’ve Got A Friend adlı şarkısının coverları da yer alıyor. Aynı yıl Kasım ayında 2. solo albümü ‘Ben’i de çıkaran Michael Jackson bu albümlerle hızla dinleyici kitlesini arttırdı. Daha sonra 1973 yılında ‘Music & Me’, 1975 yılında ‘Forever Michael’ ve 1979 yılında ise ‘Off The Wall’u çıkaran Michael Jackson’ın 6. albümü Thriller’, 70 ile 110 milyon arasındaki satış rakamıyla tüm zamanların en çok satan albümünün en başında yer alıyor.


Moonwalk’la özdeşleşen Michael Jackson’ın 8 Grammy Ödüllü ‘Thriller’ albümünün ilk singleını ‘This Girl Is Mine’ olarak belirledi. Paul McCartney’le birlikte seslendirdiği The Girl Is Mine’ın yanı sıra Billie Jean, Beat It, Wanna Be Startin’ Somethin’, Human Nature, Pretty Young Thing, Thriller, The Lady In My Life ve Baby Be Mine gibi şarkıları da bu albümde yer alıyor. Albümdeki hemen hemen tüm şarkıların hit oldu. Albümle aynı adı taşıyan şarkısı Thriller’ın 13 dakika 40 saniyelik klibiyle de büyük ses getirdi Jackson. Karanlık sokaklarda dolaşırken sevgilisinin aniden zombiye dönüşmesiyle başlayan klip, müzik tarihinin en ünlü dans koreografilerinden biri bence. Michael Jackson’ın bestesi olmasa da Thriller onunla özdeşleşti. Şuan hayatta olmasa bile Thriller gibi birçok albümüyle yaşamayı sürdürüyor.

Ekim Ayında En Çok Dinlenen Albüm




Ekim ayında en çok dinlenen albümün en başında Mumford and Sons geliyor. Neredeyse 5 yıllık bir geçmişe sahip olan grup 2007 yılının sonlarında İngiltere'nin Londra kentinde kuruldu. Marcus Mumford, Ben Lovett, Winston Marshall ve Ted Dwane'le kurulan grup şimdiye dek 2 albüme imza attı. İsimlerini ise Marcus Mumford'dan alan grup ilk albümlerini 2009 yılında çıkardı. Sigh No More adını verdikleri bu albüm, adını Shakespeare'in 'Much Ado About Nothing' adlı yapıtından alıyor. Sigh No More, 2010 yılında İngiltere ve İrlanda'nın en çok satan albümü seçildi ve 2011 yılının Şubat ayında Brit Ödüllerinde 'En İyi İngiliz Albüm' dalında ödül kazandı. İlk albümleriyle adlarını duyurduktan sonra Mumford and Sons geçtiğimiz eylül ayının 24'ünde Babel adlı albümlerini yayınladı. Ekim ayı boyunca Babel ile listelerin en başında yer almayı sürdüren Mumford and Sons'un bu albümünden sizler için birkaç şarkı seçtik :) Umarım sizler de beğenerek dinlersiniz:
I Will Wait
Babel
Hopeless Wanderer
Holland Road
For Those Below

Gözünden dinlerim Senicilerden: Ramin Djawadi


“Nefes almaktır müzik” derler, aslında pek çokları için asla bir abartı değildir bu söz, nefes almayı başarabilenlerin, hayatına devam edebildiği bir ortamda müziğe verilen “ehemmiyet”in büyüklüğüne bir işarettir sadece. Ha, hak edilmiş midir? Bu blog’u okuyorsanız eğer, fazlasıyla hak ettiğini düşünenlerden olduğunuzu öngörebilirim. 

Müziğin gözle görülebildiği anlara Amerikalılar “soundtrack” Türkler ise “film müziği” diyorlar. İşin içine “milliyet ögesi” karıştırmadan o eşsiz anların değerini hayal etmenizi isterim şimdi. Hangilerini mi? Mesela, bir film karesini, o anı anlamlandıran müziği, beynimizdeki müzik setinde ardı ardına çalar dururuz, ya da kimi zaman duyduklarımızı gözümüzün önünde konumlandırırız. Ne şekilde olursa olsun, tutkulu bir aşk gibidir; gözle kulağın ilişkisi. Tabii bu “aşk”ın niceliğine bir nevi karar verenler de vardır. Ailelerden bahsetmiyorum tabii ki. Bahsettiğim şey… IŞIKLARR! 

Bugünün spot ışıkları: Ramin Djawadi’yi gösteriyor. Ramin Djawadi’yi duymayanlardansanız Person of Interest, Game Of Thrones, Medal Of Honor, Iron Man veya Prison Break’ten en az birini veya birkaçını duyduğunuza eminim. Hala hiçbir fikriniz yoksa, bu yazıyla birlikte artık haberiniz oldu! Pek çokları için fazla anlamlar taşıyan film ve dizi müziklerinin son dönemde –benim gördüğüm- en yetenekli bestecisi ki, yazımıza konu olmasının nedeni de bu zaten. Tabii ki görsellik ve müzik ilişkisi denildiğinde bu “ilişkinin uzmanları” arasında akla gelen birçok başarılı ismi sayabiliriz. En başta, üstad Hans Zimmer önderliğinde Dany Elfman, Eric Serra, James Horner, Klaus Badelt… gibi bir solukta sayabileceğimiz isimlerin hakkını elbette saklı tutuyoruz. Ancak son dönemde, bu bir solukta sayılan isimler arasında, parlayan bir ismi, Ramin Djawadi’yi biraz anlatmalı derim. 

Peki, Ramin Djawadi kimdir? sorusunu detaylandırmaya geldiğimizde; Ramin, 1974’ün Almanya’sında, İranlı bir baba ve Alman bir anneye sahip bir çocuk olarak dünyaya gelmiş. Sadece dünyaya geldiği anla birlikte, Doğu ve Batı’nın en kadim kültürlerinin tuhaf bir bileşkesi olacağının mesajını da beraberinde getirmiş. Ramin Djawadi kendisiyle ilgili bahsederken, Beethoven ve Mozart’la büyüdüğünü, müziğin doğduğu andan itibaren hep evin içinde var olduğunu söylüyor. Hatta anılarıyla ilgili bir anekdot anlatırken, babasıyla arabada yolculuklarında, kasetten müzik dinlediklerini ve kaseti babasından yeniden rica edip, odasında tekrar tekrar dinlediğini anlatıyor. Yani anlayacağınız, “müziğin sihri” küçüklüğüyle birlikte, onun kanına da yavaş yavaş işliyor.

En başından beri, hayatında hep müzik olan insanların bile, bu işe bir “hobi” olarak baktığı bir noktada (yabancılarda öyle bakıyor) Ramin Djawadi’in de müzisyen olmak istemesi, hayli önemli bir eşiktir. Küçüklüğünde babasının doktor olması sebebiyle -standart olarak- doktorluğa heves ettiğini, ancak lisede, jazz,rock ve blues’un büyüsüne kapıldığını (sanırım bizi dinliyor) söyleyen Ramin, müzik için; neden olmasın ki demiş? İyi ki demiş, bugünkü bestelerini dinlerken “valla, olmuş abi” demek geliyor içimizden.

Ramin Djawadi’in müzik eğitiminin alt yapısındaki sağlamlığı “Berklee College of Music” [1]mezunu olmasına da bağlayanlar hayli fazla, aslında bahsettiğimiz okulun mezunlarına kabaca bir göz attığımızda pek de haksız sayılmazlar. Steve Vai, Quincy Jones, Bill Evans ve daha nice ismi ardı ardına saydığımızda bu uzayıp giden listeden Ramin Djawadi gibi bir mezunun çıkması hayli beklenebilen bir durum olsa gerek. 

Ramin Djawadi, “Berklee College of Music” mezunu olduktan sonra bestecilik konusunda biri tarafından fark edilir. Ve o biri “besteci” denildiğinde “vaowww” tepkisinin kişiliğe bürünmüş halidir. Bahsettiğim isim; üstad Hans Zimmer. Veya pek çoklarının onu tanıdığı ve tanıttığı cümle ile “müziğin dahi çocuğu” (evet, aslında böyle bir şey yok. ben uydurdum) 

Ramin Djawadi’nin bestecilik alanına girişi de Hans Zimmer’ın onu soundtrack’in “payitaht” şehri Los Angeles’a doğru yola çıkarmasıyla resmi olarak başlıyor. Ramin, röportajlarında Hans Zimmer’ın kendisini hep desteklediğini ve müzik konusunda yeni bir bakış açısı getirdiğini anlatıyor. Ee tabii ki Ramin’cim Gladyatör'ler, Inception'lar, The Last Samurai'ler.. o bahsettiğin “yeni bakış açısından" biraz biraz istiyordur herhalde.. 

Gel gelelim Ramin Djawadi’in, hocasından ayrılıp tek başına ne yaptığına?. Ne mi yapıyor? Hiçbir şey canım, oturup kıytırık bir film olan, pek de gişe yapamamış Iron Man’in film müziklerini besteliyor. Şaka bir tarafa, aslında Iron Man’in Ramin Djawadi üstüne tam bir kıyafet gibi olmasının en önemli nedeni, Iron Man’in var olan rockvari protest tavrının, Ramin Djawadi’in geçmişte sahip olduğu rock müzik gruplarının tarzıyla birebir örtüşmesi. Zaten kendisi de beste yapabilme sürecini anlatırken, geçmişte,  bir gruba sahip olup müzik yapma deneyiminin, kendisine çok değerli katkısı olduğunu her fırsatta vurguluyor. Tabii Iron Man öncesi 3 adet önemli dizi müziği deneyimi de mevcut olan Ramin Djawadi, (The Grid, Blade: The Series[2], Prison Break) ve “olmuş” bir Iron Man’le birlikte deyim yerindeyse patlayıp gidiyor...


Oyun müzikleri, diziler, filmler.. neye el attıysa ustalıkla kalkması bilen bir isim Ramin Djawadi, Boynuz kulak hikayesinde önde olan kimdir bilinmez ancak, gözünden dinlerim senicilerden Rani Djawadi, müziği sevenlerin takip etmekten haz aldığı isimlerden biri. Hele Game of Thrones’un ana temasını oluşturan müziğini, beynimizde çalıp dururken, yedi krallığın haritasını gözünün önüne getirmeyen azdır. Tabii ki burdaki görsellikte Carnivalé[3], Rome, Deadwood’dan bildiğimiz Angus Wall ismi ön plana çıkar ki, onu da bir ara anlatmanın gerekliliğini hatırlatır.

Braid[4]” misali anılarınızda dolaşırken, müziği hatırlayanlardansanız, Ramin Djawadi ismi takip etmeye değer bir isim! Bu arada söylemeden geçmeyelim;                                  
Djawadi diye yazılıp "Java-dee" diye okunuyor. 

Keyifli günler! :)


[1]Berklee College of Music,  1945 yılında Boston, Massachusetts'te kurulmuş bağımsız bir müzik konservatuvarı, müzik konusunda Amerika’nın ve dolayısıyla dünyanın marka okullarından biridir.  Özellikle jazz müzik konusunda hayli iyi olduğu söylerler. Onların yalancısıyım. :)


[2]Blade, Marvel Comics tarafından üretilen bir çizgi romandır. 1998'de Blade, çizgi roman karelerinden beyaz perdeye uyarlanmıştır. Bu filmin başarısını takriben Blade II:Bloodhunt  ve 2004 yılında çekilen Blade: Trinity -bilinen bir diğer ismiyle Blade III- filmleriyle seri sonlandırıldı. 2006 yılında  Blade: The Series adıyla ,çizgi roman, Amerika’da bir dizi olarak yeniden yayınlandı. Yalnızca 12 bölüm çekilebildi. Sonraa piufff!


[3]Çok çok acayip bir yapım olan Carnivalé, 2003-2005 yılları arasında toplamda 24 bölüm sürmüş, enfes bir dizidir. HBO’un en büyük günahlarından olan Carnivalé’in bir kez daha anıp, detaylı analizini buradan yapacağımızı şimdiden ekleyelim!


[4]Platform oyunlarının efsanelerinden olan Braid, zamanı kontrol edebildiğiniz, bulmaca, puzzle derken hafifce sıyırdığınız, rüyalarda dolaşırken “sevilene” kavuşturmak için çabaladığınız bir oyundur. E haliyle iyi bir oyundur!