Bu yazımda Treme’den bahsetmek istedim çünkü böyle müzikle iç içe bir dizi varken onu sizlerle tanıştırmasam olmazdı. Treme cazın doğduğu yer olarak kabul edilen, New Orleans’ın önemli yerleşim yerlerinden biri, dizi de ismini işte buradan alıyor.2005’deki Katrina kasırgasının ardından harap olmuş bir şehirde hayatlarına devam etmeye çalışan insanları ele alan dizi 2012 Ekim ayında 3. sezonuna başlıyor. Geçtiğimiz yıl e2 de ilk sezonunun yayınlanmasıyla Türkiye’de daha fazla duyulmaya başlayan dizi hala çok bilinmiyor aslında. The Wire gibi ortalığı sallamış bir dizinin yapımcılarının elinden çıkan Treme, ondan daha farklı olarak müzikle iç içe ve izlediğinde insanın yüzüne gülücük konduran cinsten. Ve tabi New Orleans’ta bir dizi çekilir ve caz, blues olmaz mı? Her bölümünden efsanevi bir playlist çıkartan dizi, bir de bunun üstüne ünlü müzisyenleri dizide canlı kanlı oynatmıyor mu, her bölümü daha iyisi olamaz diyerek izliyorum.
Dizi dram ağırlıklı olduğu için çoğu sahnesi etkileyici oluyor zaten. Beni bu dizide en çok etkileyen sahnelerden biri Mardi Gras’ın olduğu gün olmuştu. Öyle güzel yansıtmışlardı ki, o yıkık şehirde bile insanların yaşama sevinçlerini kaybetmediğini, müziğin aslında bir yaşam biçimi olabileceğini... Yıkık yollardan geçen insanların kostümleri ve tüm neşeleriyle bir şehri ayakta tutma çabaları yaşadıkları bu bayramı diğer hepsinden farklı kılmıştı. Bir yanda Kızılderilileri, bir yanda sokak cazcıları, bir yanda New Orleans’ı eski haline getirmeye çalışanları, bir yanda umursamayıp sadece takılanları, her şeyiyle her türden insanın olduğu dizide kişilerin yaşadıkları, yaşanmışlıkları tüm gerçekçiliğiyle anlatılırken Treme sanki içine tnt yerine müzik konmuş bir bombaymışçasına patlayıp her yeri müzikle dolup taşırıyor.
Oyunculardan Big Lebowski’den de tanıdığımız John Goodman ise, beni bu diziye bağlayan en önemli etkenlerden sadece bir diğeri. Gene komik ve biraz agresif. İlk bölümde İngiltere’den gelen BBC muhabiriyle kasırga ve New Orleans’ın geleceği hakkında yaptığı konuşmaysa karın ağrıtan cinsten. İngiliz muhabirin New Orleans’ın yemeklerinin kötü olduğunu ve müziğini artık çok sevenin kalmadığını söylemesi yaptığı en büyük gaflet olsa gerek:) Yemeklerini bilmem ama o müziğin içinde yaşamak için birçok şeyi feda edebilecek çok insan vardır. Ben de diziyi izlerken az hayalini kurmadım o sokaklarda yürüyüp, barlardan gelen kısık sesteki müziğin eşliğinde ritm tuttuğumu.
Treme belki kasırgadan sonra yıkılmış bir şehri anlatıyor ama anlattığı bir şey daha varsa o da New Orleans, New Orleans’tır ve her zaman müzikle anılan bu şehrin büyüsünü yıkık binalar ve yollar bozamaz. Diziden bir sahne aslında her şeyi özetliyor. Ana karakterlerden Antoine Batiste otobüsle New Orleans’a dönmektedir ve yanında oturan kadın sorar: İş için mi yoksa eğlence için mi gidiyorsun? diye. Antoine’nin cevabı ise şöyle olur: Eğlence için, New Orleans her zaman eğlence içindir.
Dizinin müziklerinden bu kadar bahsetmişken, seçmesi çok zor olsa da en sevdiğim şarkılarından birkaçı şöyle:)
Rebirth Brass Band-Feel Like Funkin' It Up
John Boutte-Treme Song
Professor Longhair- Tipitina
Wild Tchoupitoulas-Indian Red
Smiley Lewis- Shame Shame Shame
Hot 8 Brands Band- New Orleans After The City
Jon Cleary- Frenchmen Street Blues
The Gaturs- Gator Bait