Mutfakta Rock – Mavi’ye 5 Kala


İş hayatında birkaç sene geçirmiş herkesin ortak tavsiyesi “seveceğin bir meslek edin”. Haklılar, ömrünün büyük kısmını severek yapılan bir işte geçirmek insanı şüphesiz daha mutlu kılıyor. Dünya üzerinde pek çok kişinin bu ideale ulaşamadığını görmek, bana böyle bir iş için daha çok çabalamam gerektiğini hatırlatıyor. Ve bu maddeye tik atabilenler için de, işini keyfine vararak yapabilmek bir şarta daha sahip: İyi bir ekip…
            Radyo Hacettepe mutfağında kazanlar sevgiyle kaynatılıyor… J Müziğe olan sevgimiz işimize, işimize olan sevgimiz birbirimize doğru sürekli devinen bir çembere dönüşüyor. İşte Radyo Hacettepe’yi yıllardır Radyo Hacettepe yapan da bu. Çalışma ortamında böyle bir ruh yakalamak için şanslı olmak gerek sanırım. Bizim de bu konuda şanslı olduğumuzu düşünmek yanlış olmaz. Zaman zaman söyleriz, tüm ihtiyacımız sevgi, barış ve müzik diye. Bizim çantalarımızda topladığımız şeyler bunlar. Ve şans için, “çantasında bir şeyler toplayanı bulur” derler… J

            Yeni yayın dönemi için erkenden yola çıktık. Her senenin başında yapmadığımız bir şeymiş gibi, her seferinde daha fazla heyecanlanarak, daha çok heveslenerek çadırlarımızı, sularımızı, çantalarımızı, arkadaşlarımızı toplayıp yola koyulduk. Varmak istediğimiz nokta okyanustu çünkü. Yüzyıllardır nice incileri bize sunmuş, nimetleri hala bitmeyen, varlığımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz tüm huzuru köpüklü dalgaları arasından bize sunan o büyük derya: Müzik…
            Bizi bu denli heyecanlı kılan şeylerden başlıcası da O’nun bize verdiklerini sizlerle paylaşmak… Heyecanımızın altında yatan şeylerden biri de bu. Okyanusun bizi bir parça maviye boyaması, ona biraz daha benzeyebilmek…

            Yeni yayın dönemine bu sezon da sürprizlerle giriyoruz. J Mikser’de karışıp Armonik Mola’yla nefeslenecek, Mahşerin Üç Atlısı’yla yola devam edeceğiz. Geleceğe Dönüş sizi zaman yolculuğuna sürüklerken Varyasyonun Ritmi aklınızdan çıkmayacak. Belki Sabit Değişken biraz durulsun isteyeceksiniz ama hemen arkasından Otomatik Pikap’ta dönmeye devam edeceğiz… Ve keyifle bildiriyorum ki hemen ardından Rock Kazanı bu sene de kaynamaya devam edecek. Rock Devri’neyse uzunca bir yolumuz var. J
            13’ü 14’üncüye bağlayan Radyo Hacettepe yılında öncelikle hepinize yeniden hoş geldiniz diyoruz. Radyo Hacettepe ailesi bu dönem de sizleri görmekten oldukça ağzı kulaklarında. J Şimdi, frekansları 87.7’ye ayarladıysak gidelim, önümüzde uzun bir mavilik var! J
            Ha, tabi ki bu yazı da müziksiz bitmiyor. J Fonda çalan şarkının sesini açmak isterseniz, David Gilmour’dan Blue… J
                                                                               Özen Pelin DURAN
          

KRALİÇENİN TACI


            5 Eylül 1946’da Hint Okyanusu’ndaki  Zanbizar Adası’nda doğup, üretken hayal gücünü Arap, Hint, Afrika kültürlerinin harmanlandığı bu adada kazanan, Jimi Hendrix hayranı, asıl ilgisinin müzik ve sanat olduğunu çok iyi bilen ve “Ben efsane olacağım” diyen Freddie Mercury
            19 Temmuz 1947’de dünyaya gelen, 16 yaşındayken babasıyla beraber müzik hayatı boyunca kullanacağı ve “Red Special” adını verdiği elektro gitarını yapan, Rock’n Roll tutkunu ama tüm bunlara rağmen 18 yaşında fizik bursu kazanıp, astrofizikçi olmayı planlayan Brian May…
            26 Temmuz 1949’da doğan, ailesinin isteğiyle okuduğu Dişçilik Fakültesini yarım bırakarak 1968’de Biyoloji okumaya başlayan, yine de yanlış meslek seçimi yaptığını düşünürken, iyi bir grupta davulcu olarak yer alma umuduyla her yere ilan bırakan Roger Taylor…
            19 Ağustos 1951 yılında doğup 18 yaşındayken Elektronik Mühendisliği okumak için Londra’ya gelen, derslerine duyduğu ilgiye karşın müzik tutkusunun önüne geçemeyen ve sessiz kişiliğiyle bilinen John Deacon…
            Evet, Queen’den bahsediyoruz. Bu dört farklı insanın nasıl bir araya geldiğine, başarılarına, hayal kırıklıklarına; kısaca Queen’in hayat hikâyesine uzanacağız.  :)
“Ginger Baker tipinde davulcu aranıyor”
            Brian May’in verdiği bu ilan onu Roger Taylor ile bir araya getirdi ve ikili “Smile” adlı grupta çalmaya başladı. İlk canlı performanslarına çıktıkları günün sonunda ise grup arkadaşlarıyla sohbet ederken tanıştıkları ve “tuhaf” olarak nitelendirdikleri Freddie Mercury’nin ilerdeki solistleri olacağına pek ihtimal vermiyorlardı. Hatta Taylor ve May ilk başlarda onun “sadece teatral bir rock müzisyeni” olduğu yönündeki düşüncelerini daha sonraları dile getirmişlerdir.
            O günlerde Mercury, Smile grubunun provalarına gidiyor ve canlı performansları sırasında seyircilerin arasından “Eğer solistiniz ben olsaydım nasıl yapılacağını size gösterirdim!” diyerek, onlarla beraber olma isteğini açıkça belli ediyordu.  Mercury’nin bu bulaşıcı coşku ve enerjisi, May ve Taylor’u etkilemekteydi. Bunun üzerine Smile'ın dağılmaya başladığı günlerde üçlü bir araya gelme kararı aldı ve 1970’de görkemli solistimiz Mercury'nin isteği üzerine grubun adı belirlendi: Queen... Yaklaşık bir yıl sonra da John Deacon’ın gruba dâhil olmasıyla bu serüven başlamış oldu.

"Ama ben bir Star'ım sevgili çocuğum!"
            İlk adımlarına ufak yerlerde çalarak başladılar. Fakat onları diğer gruplardan ayıran bir özellikleri vardı. 70’li dönemlerin salaş kıyafetlerle sahne alma modası yanında Queen gösterişli kıyafetleriyle insanların dikkatini çekiyordu ve izleyenlere kültür şoku yaşatıyordu. O günlerde Mike Bersin'in "Freddie, tanrı aşkına şaçınla oynamayı bırak artık" demesi üzerine Mercury'nin verdiği şu cevap, kendisine ve grubuna ne kadar güvendiğinin göstergesidir; "Ama ben bir Star'ım sevgili çocuğum!"  :)
            Bunun üzerine de ilk ani çıkışlarını 1972’de yaptılar ve sonraki dönemlerde dahi sönmeyecek olan yıldızları parlamaya başladı.
            Queen'in yayınlanmış on beş stüdyo yanı sıra toplamda 40’a yakın albümü mevcut. Bizler bu zaman tüneline uzanırken ilk seçimimizi 1975 yılında “A Night at the Opera”dan single olarak yayınlanan “Bohemian Rhapsody”den yana kullanıyoruz. 

Mercury'nin Bebeği
            Grup o zamana kadar üç albüm yayınlamış, şöhreti tatmış ve çalışmalarına hızla devam etmekteydi. Sonraki adımları ise yeni bir single seçmek oldu. Bu seçimi 1975 yazında çalışmalarını yaptıkları bu muhteşem şarkıdan yana kullandılar. “Mercury’nin Bebeği” olarak bilinen Bohemian Rhapsody…
            Sakin bir melodiyle başlayan, son derece komplike çok sesli bir operete geçiş yapan ve finalde bir hard rock şarkısına dönüşen bu şarkı 70’li yıllara meydan okuyordu adeta. Şarkı Queen’in o güne kadarki yaratıcılığının patlama noktasıydı. Yazarken nereden ilham aldığını açıklamaktan kaçınan ve bu sorulara alayla karışık cevap veren Mercury, şarkıyla ilgili en ufak bir eleştiri duyduğunda anında sinirlenir ve “Kiminle karşılaştırabilirsin ki? Bir isim ver bana.” derdi. Öyle ki, parça müzik eleştirmenlerini de ikiye ayırdı. İnsanlar bu şarkıdan ya nefret ediyorlardı ya da tamamen bağlanıyorlardı. Dramatik bir etkisi vardı. Bunun sonuçlarından birisi de, bundan 10 yıl sonra bir radyo istasyonunca yapılan ankette hem “Gelmiş Geçmiş En İyi Plak” hem de “Gelmiş Geçmiş En Kötü Plak”  seçilmesidir. Aslına bakarsanız bu zıtlığı başarıyla taşıyan bir şarkı.
            Bo-Rhap etkisini sürdürmeye devam ederken “A Night at the Opera” İngiltere’de satışa sunuldu ve albüm platin plak seviyesinde satış rakamlarına ulaştı. Ardından 1976’da çıkarttıkları “A Day at the Races”, önceki albümlerin kalitesini devam ettirir nitelikteydi. Albümde gerçek aşkı arayan bir adamın yalnızlıktan kurtuluş hikâyesini anlatan “Somebody to Love“ şarkısı Queen hayranlarının 80’li yılların stadyum konserlerinde hep bir ağızdan söylenen vazgeçilmez şarkılarından oldu.

Mercury: "Her şeyi aşabiliriz, içimizden biri düşüp ölene kadar birlikte devam edeceğiz."
       Grup, çalışmalarına hızla devam ederken, Taylor ve Mercury’nin solo çalışmaları üzerine “ayrılıyorlar” haberleri ortaya çıkmaya başladı. Bu söylentileri 1977’de çıkarttıkları, A yüzünde “We are the Champions”  B yüzünde  “We Will Rock You” 45’liğiyle adeta alt üst ettiler. Bu parçalar da Queen’in durduğu yeri ne kadar hak ettiğinin göstergesidir ve klasikler arasında yerini korumaktadır. Ardından 1978’de “Jazz”, 1979’da “Live Killers” albümleri yayınlandı.
Güçlü Bas Seslerinin Yankısı
            1980’de Flash Gordon’un hazırlıkları devam ederken “Another One Bust The Dust” single olarak piyasaya sürüldü. Deacon’ın yazdığı ve çekiciliğini yine Deacon’ın güçlü bas sesleriyle Taylor’ın hassas ve dikkatli davulu arasındaki etkileşimden kazanan şarkı, 1981 yılında Amerikan Müzik Ödülleri’nde “1980’in En İyi 45’liği” seçildi.
            1981 yılında, resmi olarak kuruluşlarının onuncu yılı olması adına “Greatest Hits” albümünü çıkarttılar. 1983 yılında ise çalışmalarına bir yıl ara verme kararı aldılar. Birbirinden ayrı bu dört kişiliğin oluşturduğu güçlü uyum onları belki de yordu ve nefes alabilecekleri zamana ihtiyaçları olduğunu söylediler. Bu süreçte grup üyeleri solo çalışmalara yöneldi.

                                                     Pop ve Rock'ın Düeti
     Bu sırada yaşanan ilginç bir olay da vardır. Mercury o sıralar  “Thriller”  albümünün ardından çalışmalarına devam eden Michael Jackson ile buluşmak için California’ya gider. Jackson ile “State of Shock”, “There Must Be More to Life Than This” ve “Victory” isimli üç parçaya kayıt alırlar. Fakat ikili arasında çıkan sorunlar yüzünden “Victory” yayınlanmaz. Müziğin iki dev sesinin bir araya geldiği bu şarkıların bizlerde ayrı bir yeri var tabi.  Son düet parça da günümüzde bile merak duvarıyla örtülüdür.   

 Bir yıl aradan sonra tekrar bir araya gelen Queen, Taylor’ın  sözlerini yazdığı “Radio Gaga” şarkısını yayınladı ve beklendiği gibi şarkı listelerin zirvesine oturdu.



   Live Aid
            Etiyopya’da açlık çeken insanlar için dünya üzerindeki milyonlarca müzik severi rock müzikle bir araya getiren ”Live Aid” konserine katılan Oueen; “Hammer to Fall””Crazy Little Thing Called Loved””We Will Rock You” ve “We are the Champions” şarkılarını seslendirdi. Bu sihirli anların doruk noktası ise “We are the Champions” oldu. Uyum içinde, havada sallanan elleriyle hep bir ağızdan şarkıya eşlik eden stadyum dolusu seyircinin oluşturduğu muhteşem görüntü, Mercury’nin dinleyicisiyle kurduğu etkili iletişim ile birleşince unutulamayacak anlar yaşandığı zihinlerimizde yeniden canlanır. Konserde yer alan diğer grupların itiraf ettiği kıskançlık duygusu bir yana, anın büyüsü inkâr edilemeyecek bir gerçekti.

1990 yılının başlarında Mercury’nin hastalığı onu bitkin hale getirmeye başladı. Kabullenmek istemese de kendisi de durumun farkındaydı. Bunlara rağmen grup“Innuendo“ albümünü yayınladı. “Innuendo”, opera, flamenko ve rock karışımından oluşan ve yine Queen’in başyapıtlarından biri haline gelecek parçaydı. Ancak parçanın klip çekimleri de Mercury’nin hastalığını doğrular gibidir. Klibini izlediyseniz fark etmişsinizdir, grup üyeleri klipte oldukça az görünür. 

Bir Freddie Vedası
            Bundan yaklaşık bir yıl sonra, 24 Kasım 1991’de Freddie Mercury evinde hayatını kaybetti... Freddie’nin hayata veda etmesinin ardından, grup arkadaşlarının ve hayranlarının üzüntüsünün yanı sıra, Annie Lennox şöyle der:
            "O, benim için insanların hayatı sonuna kadar yaşamaktan daha az korktukları bir dönemin simgesidir."

Ama veda etmeden önce her şeyi ayarlamıştı. “Delilah” ve “Bijou” parçaları çok sevdiği kedilerine veda niteliği taşıyordu. Fakat asıl vedasını  “Show Must Go On” ile yapmaktaydı. Herkesin üstüne alınması gereken, her cümlesinde hüzünlendiren şarkı, Mercury’nin sesiyle birleştiğinde vazgeçilmezler arasına girmişti bile.
            Şov devam etmeli diyordu Mercury...  Ancak bu Queen’in diğer üyeleri tarafından kabul edilmedi ve yollarını ayırma kararı aldılar. Bir süre sonra gerek solo çalışmalarına, gerek grup projelerine geri dönseler de, çok sevdikleri dostlarının ölümü "Queen"  efsanesinin de sonunu getirdi. John Deacon'ın şöyle bir açıklaması da vardır: "Bizim verdiğimiz karara göre, bu iş buraya kadar. Devam etmenin anlamı yok. Freddie'nin yerini doldurmak imkânsız."

            Müzik dünyasının mozaiği önemli bir parçasını kaybetmiş olsa da, tüm bu olanlardan önce “Ben efsane olacağım” diyen Mercury başarmıştı. O, muhteşem sesi ve yaratıcılığıyla efsane olmuştu.
   


Queen Müzikali - We Will Rock You
            Yazıma son vermeden önce, beni çok etkileyen ve izleyen herkesin hayatında bir iz bıraktığını düşündüğüm bir etkinliği de sizlerle paylaşmak istiyorum. Queen’in gösterişli ve göze çarpan üyesinin ölümünden 10 yıl sonra, yeni bir hayran kitlesine ulaşmak amacıyla Mayıs 2002’de Londra’da, Dominion Tiyatrosu’nda sahnelenen We Will Rock You Müzikali, 3-12 Mayıs tarihleri arasında İstanbul'daydı.
            Sayısız ödül alan bu müzikal, günümüzden 600 yıl sonraki bir dönemde geçiyor ve gerçek müziği şu an da hissedebilmemiz için bizlere ışık tutuyor. Müzikalin başladığı ilk saniyeden itibaren bambaşka bir dünyaya adım atıyor, melodilerin yanı sıra görsel olarak da bir şölenin içerisinde buluyorsunuz kendinizi.
            Sahneleri zihninizde birleştirmeye çalışıp merak ederken, bir anda her şey açığa çıkıyor ve büyük bir heyecanla ritim tutuyorsunuz. Bunların  yanı sıra dinlediğimiz parçalarda aslında çok daha derin anlamların yüklü olduğunu fark ediyorsunuz ve Freddie Mercury'e  olan hayranlığınız biraz daha artıyor. Onu daha iyi anlamış olmanın verdiği iç huzurla perdelerin kapanmasını izliyor ve oradan ayrılıyorsunuz. Artık yeryüzüne inme vakti...  Queen'in canlı performanslarına geç kalmış olmanın verdiği burukluğu, böylece bir parça hafifletmiş oluyorsunuz.
            Mademki bahsettik, bugünü Queen dinleyerek devam ettirmenin bir sakıncası yoktur diye düşündük ve sizler için minik bir liste hazırladık  :)
            
  •  Who Wants to Live Forever
  •  Show Must Go On
  • Innuendo
  • I Was Born to Love You
  • We Are the Champions
  • It'a Hard Life
  • Miracle
  • Killer Queen
  • Another One Bites the Dust
  • Don't Stop Me Now
  • Radio Gaga
  • I Want to Break Free
          Ve tabi ki Bohemian Rhapsody... :)
Bu parçaları dinlerken buradan Freddie'ye de bir göz kırpalım :)
Ve işte tüm bu yazılanların kısa özeti;  
Kraliçe bu tacı hak etti.                                                                                                                          
                                                                                                       Sıla Köylüoğlu